Çorum Lisesi’nden 1969 yılında, sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset ve İdare Bölümü’nden 1973 yılında mezun oldu. İngiltere Leeds Üniversitesi İktisat Fakültesi, İktisadi Kalkınma dalında mastır derecesini 1976’da yaptı. Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Doktora Derecesi’ni 1979 yılında tamamlamış ve ardından 1982’de Yardımcı Doçent, 1986’da İktisat Doçenti ve 1992 yılında da İktisat Profesörü olmuştur.
Arif Ersoy, 1994-2002 yılları arasında Çorum belediye başkanlığı yaptı. Türkiye’nin en köklü akademik kuruluşlarından olan ESAM’da (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) genel sekreterlik görevinde bulundu. Arif Ersoy Esam’da dersler vermekte ve akademik çalışmalarına devam etmektedir.
Arif Ersoy: Batılılar Başarılarını, İspanya Üzerinden Müslümanların İlmî Yöntemini Taşımalarına Boçludur!..
Gezegenimizde en gelişmiş varlık insandır. İnsan akıl ve muhakeme yeteneğine sahiptir; dört ayrı yeteneği vardır. İnsan düşünür, hisseder, ister, irade sahibidir ve insan toplum içerisinde yaşar. Bu dört yetenek aynı zamanda insanın dört temel ihtiyacının kaynağıdır. Düşünme yeteneğinin ortaya koyduğu ihtiyaçlara ilmî ihtiyaçlar; irade yeteneğinin ortaya koyduğu ihtiyaçlara iktisadi ihtiyaçlar; hissetme yeteneğinin ortaya koyduğu ihtiyaçlara da inanma, eğitim ve kültür ihtiyaçları diyoruz. Bir arada yaşamanın ortaya koyduğu ihtiyaçlara da siyasi ihtiyaçlar diyoruz.
Bilginin Kurallarını Allah Koymuştur
İnsanın ilim sahibi olması, düşünebilen bir varlık olmasıdır. İlim bizatihi kendisi kavram olarak insanın eşya hakkında, eşyanın mahiyeti hakkında çevresinde cereyan eden hadiseler hakkında değerlendirme yapması, tanımlamalar yapması, sayı sayması, ölçmesi, tartmasıdır. Bunlar hep insan bilgisinin birer bölümüdür. Dolayısıyla insan bir bilgiyi kullanarak eşyaya şekil verir, bilgisini kullanarak sorunları çözer, bilgisini kullanarak eşya üzerinde kontrolünü artırır. Öyleyse bilgi nedir, bilginin muhteviyatı nedir? Bilginin kurallarını insan koymuyor, Allah koymuştur. Kâinatta tecelli olan kuralların insan tarafından öğrenilmesi sonucu ortaya çıkan bilgiye biz ilim diyoruz. İnsanın aklını kullanarak kâinattaki hadiselerin sebep ve sonuçlarını tahlil etmesi bununla ilgili var olan kuralları keşfetmesine ilim diyoruz. Ve tabi burada şunu söylemek gerekir: İlimle teori karışmış birbirine. Teori ilim değildir, teori ilme giden yöntemler ve açıklamalardır.
İlmin Kaynağı Nedir?
İlmin iki kaynağı olduğunu kabul ediyoruz. Yani kâinatta cereyan eden kurallar var, kâinat bir kitaptır. Dolayısıyla fizik ve kimya kanunları bu kitabın kurallarını bize anlatan kitaptır. Dolayısıyla ilmin bir boyutu kâinatla ilgilidir. Bir de sosyal hayatla ilgili ilmin kuralları var. Dolayısıyla biz aklımızla ilim elde etmeye çalışırız. Ama aynı zamanda bir ilahî kaynaklı bilgiye de başvururuz. Biz buna nakil diyoruz. Dolayısıyla nakil geçmişten gelen kitaplar, geçmişte yazılan eserler bunları da ele alır inceleriz. Bunları hatta genel manada kitap çerçevesinde ele alıyoruz. Ama bu vahiy ürünü olan kitaplardan en sonuncusu Kur’an-ı Kerim’dir, Kur’an kâinatı yaratan Allah’ın sözüdür ve bir bakıma kâinat kitabının özetidir. Dolayısıyla bizim medeniyetimiz İslam medeniyeti yani peygamberlerin önderliğini yaptığı İslam medeniyetinde aklımızı sonuna kadar kullanırız, kâinatta cereyan eden hadiselerin mahiyetini öğreniriz, vardığımız neticeyi naklî delillerle de test ederiz. Dolayısıyla Batılılar sadece akli delilleri kullanmaktadırlar. Bütün Batılılar böyle değil genel anlamda. Biz ise hem aklı hem de nakli delilleri kullanıyoruz.
Bizim için akıl, Allah’ın verdiği en büyük nimettir. Aklımızı sonuna kadar kullanırız ama bazen olayları yorumlamada bilgimizin sınırlı olması, ön yargılarımız, menfaatlerimiz, başka faktörler, dâhili ve harici faktörler bizi bilgimizi farklı şekilde yorumlamaya itebilir veya bilgiyi saptırma dediğimiz bir olayla karşılaşabiliriz. Onun için vardığımız neticeyle tarihte yazılmış bütün kitaplara, yazılı bütün kaynaklara bakarız. Onlardan da elde ettiğimizle nihai düzeyde son vahiy ürünü ve son kitap olan, beşer tarafından tahrif edilmeyen Kur’an’a da başvururuz. Şimdi bazıları Kur’an’ı şöyle ele alıyorlar: (Tabii bunların din anlayışı da farklı.) Yani Kur’an sanki sadece dinî bir kitapmış, ondan sonra sadece dinî konularla ilgilenen kaynakmış. Hâlbuki Kur’an kâinat sistemini kuran Allah’ın, beşeriyete yeryüzünü imar ve ıslah etmek için yol gösteren bir rehber kaynaktır; bir yol haritasıdır. Biz bu yol haritasında da nirengi noktalarımızda sapma/değişme var mı, yok mu? Kendi menfaatimize göre ilmi değiştiriyor muyuz, değiştirmiyor muyuz? İlmî kuralları onun için nakle başvururuz, test ederiz.
Akıl ve Nakil Bağı Nasıl Olmalıdır? Birinin Diğerinden Üstünlüğü Var mı?
Hayır, ikisini de Allah vermiştir. Birisinde yani vahyin ürünü olan kaynakta çelişki yoktur. Bizim aklımızda, zihnimizde bazen çelişkiler doğabiliyor. Mesela biz yorgunken farklı düşünürüz, öfkeliyken farklı düşünebiliriz. Ondan sonra kendi menfaatimiz oldu mu farklı etkileniriz, çevrenin baskısı altında kalırız.
Dolayısıyla insanlar fizik ve kimya ilimlerinin temel kurallarını koymuyorlar. Onu keşfediyorlar. Dolayısıyla bizim onu keşfetmede eksiğimiz olduğu zaman, biz naklî kaynaklara bakıyoruz. Yani Kur’an’a bakıyoruz. Kur’an’ın, fizik/kimyanın kurallarını koyan; kâinattaki düzeni tesis eden Allah’ın koyduğu kurallardır. Onun için salim bir akılla yani ön yargılarla saptırılmamış bir akılla nakil, Kur’an çelişmez. Birbirini tamamlar. Onun için biz Kur’an’ı öğrendikçe kâinattaki olayları daha iyi öğreniriz. Çünkü Kur’an, kâinattaki hadiseleri bize öğretip sonra “Düşünmez misiniz, tefekkür etmez misiniz, görmez misiniz?” diye kâinatta cereyan eden olayların ve kuralların mahiyetinin öğrenilmesini bize tavsiye ediyor. Onun için bizde ilim-kitap çatışması yok. Çatışırsa ne olur? O zaman biz vahye başvururuz. Ona göre düzeltiriz.
O Zaman İslami İlim- Fennî İlim Diye Bir Ayrıştırma Söz Konusu mu?
Gazali’den sonra İslam âleminde böyle bir ayrışma yapılmıştır. Onun için bu ayrışma ne kadar İslami, ne kadar değil? Yaratıcı açısından, kurallar koyan açısından zaten ilmî olan İslami olandır, İslami olan da ilmî olandır. Çünkü kâinattaki kuralları fizikçiler, kimyagerler koymuyor. Ekonominin kurallarını iktisatçılar koymuyor. Var olan kuralları keşfediyorlar. O kurallara göre olayları tahlil ediyorlar. İslami olmayan ilim olur mu kâinatta? Onun için bu tasnifi daha önceki âlimler koymuşlar, biz de reddetmiyoruz. Fakat bu konuda da hiçbir zorlama içinde değiliz.
Hocam Batı’nın İlim Anlayışı Hakkında Ne Dersiniz?
Batı sadece aklı ele aldığı için zaman zaman ilmî kurallar yani kâinattaki kurallar yönlendirilmiş. Mesela biz ekonomiyi ele alalım. Ekonomide burjuva sınıfının menfaatine göre iktisadi kurallar yorumlanmıştır. Sosyalizmde iktisadi kurallar farklı şekilde anlatılmaya çalışılmıştır. Hâlbuki iktisat, insanla eşya arasındaki ilişkiyi düzenleyen ilimdir. İnsanın bütün davranışları yaratılışından kaynaklanıyor. Dolayısıyla o konularla ilgili uygulanan politikalar, siyasetler farklı olabilir; yorumlar da farklı olabilir. Ama aslında fizikteki kurallar gibi sosyal alanda da net, kesin, temel kurallardır. Fakat bunların yorumu farklı olabilir. İktisatta diyelim ki 18. yüzyılda insanların o dönemdeki çevrenin etkisi altında geliştirdikleri teoriler bugün şartların değişmesiyle farklı şekilde ortaya çıkar. Bu sebeple iktisattaki konuyu ikiye bölüyoruz. Fizikî yani üretimle ilgili kurallar farklı değildir. Sosyalizmde, kapitalizmde ya da İslam’da farklı değildir.
Malın miktarıyla faydası arasındaki ilişkiler her zaman aynıdır. Üretimi gerçekleştirmek için sermaye, emek ve diğer ilgili girdiler her yerde aynıdır. Buradaki farklılıklar üretimin organizasyonu ve paylaşımla ilgilidir. Dolayısıyla Batı’da zaman zaman test edip naklî delillerle test etmedikleri için çok iyi bir düşünce, çok tutarlı, nihai bir bilgi dedikleri teoriler 15-20 yıl içerisinde fonksiyonlarını kaybetmişlerdir; eskimişlerdir.
Dolayısıyla bunlar hep yorumdur, teoridir. Teoriler insanlara göre farklı olabilir ama ekonominin kuralları Allah’ın koyduğu kanunlardır. Kâinatta var olan kanunlardır. Uygulanan politikalarla, iktisadi yapıyla bunlar etkilenebilir, şekillendirilebilir. Onun için sadece akıl kullanan filozoflar kendilerini çelişkiden kurtaramamışlardır. Onun için bir filozofun doğru dediğine daha sonraki filozof yanlış demiştir. Onun için İslam âlimleri sadece felsefe için değil, takip ederek kâinattaki eşya hakkında görüş serdedenler arasındaki yanılgıları, birbirlerini yalanlamalarından dolayı İslam âlimleri filozofların oluşturdukları silsileye Silsiletül Mütekezzibin demişlerdir. Birinin doğru dediğine, diğeri yanlış demiştir. Belki gerçeğe varmada yanılma, deneme normal karşılanabilir ama bazı dönemlerde bu yanılgılar üzerinde politikalar oluşturulmuştur. Bu yanılgılar üzerine sistemler kurulmuştur. Bu yanlış teoriler üzerine kurulan sistemler de insanlık tarihinde büyük çatışmalara, sıkıntılara yol açmıştır.

Batı Bu Teorileri veya Bu İcatları Yaptığında Fıtratı Bozdu Diyebilir miyiz?
Her alanda fıtratı bozdu diyemeyiz yanlış uygulamalarından dolayı bozulmuştur. Batı fizik ve kimyadaki var olan kuralları keşfetmiştir. Bunları ekonomide, sanayide kullanmış ve buralarda büyük gelişmeler olmuş, üretim artmış ve büyük buluşlar yapmıştır. Sadece bu bulunan teorilerin başka ülkeleri işgal etmek, savaş aracı üretmek, yeryüzündeki gelir dağılımında adaletsizliği teşvik eden alanlarda kullanılması ilmi bir nevi yanlışın emrine vermektir.
Bir de bizim inancımıza göre ilim, Allah’ın en büyük nimetidir. İlim, yeryüzünün imar ve ıslahı için kullanılmalıdır. Batılılar bazen ilmî gerçekleri yeryüzünün ifsadı için kullanmışlardır. Özellikle ekonomide geliştirilen politikalara ilmî boyut kazandırmışlar, onunla yeryüzünü ifsat etmişlerdir. Atomun mahiyetini öğrenmişler, fizik kanunlarını kullanmışlar, onu yeryüzünü ıslah etmek için tıpta nükleer teknolojiden yararlanarak insanların sağlığını geliştirecekleri yerde, ilmi ifsat için kullanmışlardır. (Nükleer bomba icat etmişlerdir, yeryüzü tahrip edilmiştir.) Onun için ilim hidayetle birleşmezse insanı yeryüzünün en tahripkâr varlığı haline getirir. Onun için biz diyoruz ki ilim hidayetle birleşirse insana feraset verir, İnsan doğruyu-yanlışı daha iyi fark eder. Yani Batı’nın ilimle ilgili bütün yaptıkları kötü değil. Bilimde, özellikle fen ilimlerinde büyük gelişmeler göstermişlerdir. Müslümanlar da sosyal ilimlerde büyük gelişmeler göstermişlerdir. Fıkıhta, insanlar arasındaki alıverişlerde önemli uygulamalar yapmışlardır.
Biz geleceğin medeniyetini, akılla vardığımız neticeyi nakille test ederek ilme dayalı yeni bir medeniyet kuracağız. Yani İslam medeniyeti, insan ve ilim merkezli bir medeniyettir. Batı’da yaşanan sıkıntı şudur: İlim, menfaate alet edilmiştir. Belli sınıfların hükümranlıklarına, hâkimiyetlerine süreklilik kazandırmak için kullanılmıştır. Belki o teorileri keşfedenler böyle bir niyete sahip değillerdi ama onlardan sonra bunlar yanlış yerlerde kullanılmış, ifsada götürülmüştür. Niçin? Akılla hidayet, ilimle hidayet birleşmediği için.
Bir de İslam Dünyasında İlimlerin İnkişafı Bir Müddet Sonra Durmuştur. Bunu Neye Bağlıyorsunuz?
İnsanlar kararlarını, uygulamalarını nerede ilmî kurallara göre vermişlerse yani kâinatta var olan kuralları keşfetmiş ona göre hayatlarını düzenlemişlerse, sorunlarını çözmüşlerse orada gelişme olmuştur tarih boyunca. Nerede insanlar nefislerine veya menfaatlerine göre karar vermişlerse, baskı ve dayatma uygulamışlarsa orada gelişme yavaşlamıştır.
İnsanlık tarihinde büyük medeniyetler kuran peygamberler (Nuh aleyhisselam, İbrahim aleyhisselam, Musa aleyhisselam, İsa aleyhisselam) her yerde insanları ilme davet etmişler, gerçeği bulmaya çağırmışlardır. Dolayısıyla ne zaman insanlar gerçeğe ve ilmî kurallara yaklaşmışsa orada gelişme olmuştur.
İslam medeniyeti Medine site devletinden sonra ilim konusunda çok büyük imkânlar sağlamıştır; ilmî alanlarda hiçbir baskı olmamıştır. İlmin öğrenilmesine kamu kurumları yardımcı olmuştur. Hatta halkın desteğiyle medreseler, okullar kurulmuştur.İslam tarihinde 15. yüzyıla kadar ilimle sosyal hayat beraber yürütüldüğü için, ilmî kurallara göre yönetimler yapıldığı için ekonomi, siyaset, tıp, teknoloji gibi her alanda büyük gelişmeler olmuştur. Ne zaman ki merkezi yönetimler ilmî alanlara müdahale etmişlerse, engeller koymuşlarsa İslam âleminde bir durgunlaşma olmuş. Âlimler, karşılaşılan yeni sorunlara çözüm bulacakları yerde eski çözümleri günümüze taşımaya çalışmışlar yani içtihat yönlerini kullanacakları yerde fetva yönlerini kullanmışlar. İçtihadın geniş manası karşılaşılan sorunların ilmî kurallara göre çözülmesidir. Edille-i Erbaa, dört temel delildir zaten bunu ifade ediyor.
Yönetimler ilmî alana müdahale edip sınırlamalar koyduktan sonra İslam âleminde önce ilmî gelişmeler durmuş sonra da gerileme başlamıştır. Batı’yı taklit etmeye çalışmışlardır. O taklitte de sadece oradaki teorileri aktarmaya çalışmışlar, yöntemleri aktaramadıkları için 15. yüzyıldan sonra İslam dünyasında duraklama olmuştur. Tersine Batılılar İspanya üzerinden Müslümanlardan ilmî yöntemleri batıya taşıdıkları için orada fikir alanında özgürlükler sağlandıkça gelişme hızlı olmuştur. En büyük gelişme sanayi inkılâbıdır. (Gelişme derken teknolojik gelişmeyi kastediyorum, sosyal gelişmeyi kastetmiyorum.) En büyük değişim de İngiltere kraliçesi 1.Elizabeth’in ilim adamlarını toplayarak onlara şunu söylemesinden sonra başlamıştır. Kraliçe ilim adamlarına demiş ki: “İlmi sadece ilim için yapmayın, bilgiyi bilgi için öğrenmeyin, bilgiyi faydalı yerlerde kullanmak için öğrenin.” Onlara demiştir ki -fizikteki, kimyadaki- bildiklerinizi sanayide, teknolojide uygulayın. Dolayısıyla Batı’da bilgi, sanayide ve teknolojide uygulandığı için sanayi inkılâbı olmuştur. Ama Batı’nın bilgisi, sosyal sorunları çözmede yetersiz kalmıştır. Onun için sosyal açıdan Batı, zihinsel kültürel açıdan Wagner’in dediği gibi (Bu büyük bir iktisatçıdır, 21. yüzyıl başlarında yaşamıştır.) Batı teknolojide ileridir ama mantalite açısından, insan ilişkileri açısından, adab-ı muaşeret açısından daha Orta Çağ ortamında yaşamaktadır.
Onun içindir ki teknolojide ilerleyen Avrupa teknolojiyi yeryüzünü sömürmek için, yeryüzünde savaşlar çıkartmak için kullanmıştır. Bu açıdan da beşeriyet teknolojik gelişmeden önemli faydalar görmüştür. Ama teknolojinin tahribat yönünden de önemli ölçüde etkilenmiştir. Dolayısıyla biz ilmi Allah’ın verdiği bir nimet olarak kabul ediyoruz. İlimle vardığımız neticeyi insanlığın faydasına yani yeryüzünün imar ve ıslahı için kullanacağız.
Bu Gerilemeye Sebep Genelde Gazali’nin İlmi Tasnifi Gösterilir. Bu Görüşe Ne Diyorsunuz?
Gazali büyük bir İslam âlimidir, kendisi dünyevi ilimlerle de ilgilenmiştir. Daha çok sosyal ilimler konusunda çalışmalar yapmıştır. Bence onu eleştirmekten çok, o zaman onun öyle kullandığı bir yöntemdir. Ama sonra da medreselerde tamamen kâinatla ilgili ilim yani dünyevi ilim değil, kâinatla ilgili ilimlerin ihmal edilmesi, matematiğin/astronominin ve diğer ilimlerin de ihmal edilmesi İslam dünyasında böyle bir sıkıntı ortaya çıkartmıştır. Batı’da bunun tam tersi, Batı tamamen ilmi ilahî dinin dışına taşımıştır. Yani din deyince biz, ilahî din ayrı, kişilerin ürettiği din ayrı. Dolayısıyla ilahî din demek kâinattaki kuralları bize gösteren, anlatan bir güç/sistem demektir. Dolayısıyla Batı, ilmi tamamen dinin dışına taşıdığı için orada birçok sıkıntı çekilmiş. Dinsiz ilim Batı’da tahribata yol açmıştır. Müslümanlar da fen ilimlerini ihmal ettikleri için onlar da yeryüzünün imar ve ıslahında 10. yüzyıldan hatta 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar yaptıkları büyük değişme ve hizmetlerde bir duraklama olmuş. Dolayısıyla yeni dönemde ikisini birleştirdiğimiz zaman o sıkıntıların, o sorunların hepsini aşacağız.
Burada sadece Gazali’ye yüklemek yanlıştır. Ondan sonra diğer ilimleri bilmeyenler o ilimleri yok saymışlardır, yani bugün bile sorun çözmek için diyoruz ki “Dinî ilimleri bilenlerle diğer ilimleri bilenler bir araya gelerek, tartışarak sorunlara çözüm üretmeliyiz.” Bunu tartışmadan sorunlara kalıcı çözüm üretmemiz mümkün değildir. Ama bazı insanlar var, Batı’ya karşı alerjisi olduğu için Batı’nın bütün fizik ve kimya ilmî alanında geliştirdiği teorilerin hepsini inkâr etmeye çalışıyor. Bir Darwinizm yüzünden nerdeyse bütün ilimlerle savaşıyorlar. Hâlbuki Darwinizm genişçe bir ilim değil, onun şahsi görüşüdür. Kendisi de öyle demiştir. “Bu bir teoridir, realiteyi yansıtmıyor.” demiştir. Dolayısıyla bizim bir görevimiz de İslam’la yani Allah’ın dini ile ilmin bir bütün olduğunu beşeriyete anlatmaktır. Biz fizik ve kimya ilminden hareketle de tevhide ulaşırız. Yeryüzündeki dengeyi fizik ve kimya kurallarına bakarak anlarız. O dengenin sosyal hayata yansıması üzerinde durarak sosyal hayatta da dengeli bir düzen kurabiliriz. Bu bizim problemimiz değil Batı’nın problemi. Ama Gazali’nin niyeti tamamen bunları ayırmak değil. Gazali, İslam dünyasının ve Batı dünyasının kendisine borçlu olduğu büyük bir İslam âlimidir. Hâlâ eserleri insanlara rehberdir, yol göstermektedir.
Yeni Dönemde Müslümanların İlmî Noktada Ne Yapması Gerekir?
Müslümanların yapacakları şey ilimle Batı’nın ilim dediği kâinatın kuralları ile ilgili olan hususlarda daha fazla çalışmak, vardıkları neticeyi Kur’an’la test etmektir. Dolayısıyla biz akıl ile nakli birlikte ele alarak karşılaştığımız sorunları çözeriz. Mesela ekonomide biz bunu yaşadık. Ekonomi aslında Adam Smith’ten önce hatta David Ricardo’dan önce ahlakla beraber okutulan bir ilimdi. Sonra David Ricardo’dan sonra iktisadın ahlakla tamamen ilişkisi ortadan kaldırıldı; dolayısıyla iktisat, âdeta belli çevrelerin menfaatini maksimize edecek bir uğraş hâline geldi. Başka bir ifadeyle iktisat, burjuva sınıfının yeryüzünü sömürmesi için âdeta bir araç, teori üretim sanatı hâline geldi. Hâlbuki bizim iktisadımız, insanı merkeze almaktadır. Evet, eşyayı üretmeliyiz; ona şekil vermeliyiz ama insana o eşyanın ne faydası vardır? Ne kadar paylaşım adil oluyor? Bunun üzerinde de durmalıyız. Nitekim son 20 yıldır tüm Batı dünyasında siyasetçiler ve iktisatçılar da ekonominin ahlaki boyutunun ihmal edilmesinin, 2008 mali bunalımının başlıca nedeni olduğu söylenmektedir.
Bizim iktisadımız, insan merkezli bir iktisattır. İktisadı ele alırken bir eşya bir de insanı ele alırız. Dolayısıyla insanı merkeze yerleştirdiğimiz için iktisadi faaliyet insana ne verir, ondan ne alır? Bunu değerlendiririz. Sosyalizmde devlete ne veriyor? Ne alıyor? Onlar devleti merkeze yerleştiriyor. Kapitalizmde de sermaye merkez. İktisat, sermaye merkezli. Bizde ise iktisat insan merkezlidir. Biz İngilizcede buna “human economics” diyoruz. Batılılar da bu kavramı kullanmaya başladılar. Dolayısıyla biz de insan açısından değerlendiriyoruz. Yani tamam, üretimi arttıralım, teknolojiyi ilerletelim. Ama insana ne sağlıyor? Eğer insanların üçte ikisi açsa böyle bir iktisadın, insanlığa sağladığı fayda çok sınırlıdır.
Söyleşi: İsa Çetinkaya / Gençdoku Kasım 2012