“Dostunu; sevmek kelimesinin noksansız manasıyla seviyordu: Öldüğü zaman, düştüğü zaman, dünya aleyhine döndüğü zaman, yanında olmadığı zaman ve sevmeyenlerin yanında bulunsa bile.”
Mithat Cemal
İnsanlar her zaman için dostlara ihtiyaç duyar. İster sevinçli zamanlarında olsun ister üzüntülü zamanlarında olsun, ekmeğe suya muhtaç oldukları gibi dost ararlar. Bazen bir tebessüm, bir dokunuş, bazen de bir söz, varlığını yanında hissetme, kişide muazzam sonuçlar doğurur. Ne kadar zengin, etkin, yetkin olursa olsun, çevresinde insanlardan geçilmese de insan buna ihtiyaç duyar. Sağlam dostlara sahip olmak Allah’ın bir lütfudur.
Mehmet Akif gibi dostlar, insanı geliştirir, hayata bağlar, dert ve sıkıntılarını giderir veya yol gösterir. İslam Şairi Akif; karakterinin en üstün yönünü güzel bir dost olarak ve güzel dostlar edinerek zirveye çıkarmıştır. Öncelikle hemen şunu belirtelim: O sadece belli bir zümreyle ilişki kurmuş, dostluk geliştirmiş bir insan değildir. O’nun her sosyal tabakadan dostları vardı. Fakir-zengin, okumuş okumamış, aristokrat- sade vatandaş, yönetici- memur… her kesimden insanlarla birlikte olabilirdi, olurdu. Yeter ki ahlaklı, kişilikli olsun.
Mesela, bir taraftan Babanzade Ahmet Naim, Ferid Kam, Fatin Hoca gibi âlimler, diğer taraftan Şerif Muhittin, Hafız Kemal, Hafız Emin, Neyzen Tevfik gibi farklı karakterde musiki üstadları ve diğer taraftan da Pehlivan Osman, Gümrükçü Bekir Efendi, Çaycı İsmail Efendi gibi sade insanlar…
Onun üzerinde her bir dostunun tesiri vardı. Kendisinin de onlar üzerinde ciddi tesiri vardı.
Gıybet nedir bilmezdi
Merhum Akif, dostlarıyla ya kendi evinde ya da dostlarının meclisinde bir araya gelirdi. Buluşma mekânı bazen de farklı alanlar olurdu. Örneğin dergi yazıhanesi veya bir çayhane. Özellikle İsmail Efendi’nin çayhanesi bir ara Akif ve dostlarının her gün takıldığı mekândı. Burada, ilmi, edebi ve siyasi meseleler konuşulurdu. Gazetede yazılamayan bazı meseller burada müzakere edilirdi. Üstad, buraya gelenleri hürmetle karşılar, sanki ev sahibi kendisiymiş gibi buyur eder, Nedim’in şu mısraını tekrar ederdi: “Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz?”
Üstad Akif; dostlarını gerçekten sever, onların hiçbir zaman aleyhinde olmaz, arkasından konuşmaz, konuşanları da sevmezdi. Dârü’l-Fünûn’da hocalık yaptığı dönemde bir gün, Tevfik Fikret’le karşılaşır. Biraz konuştuktan sonra ayrılırlar. Kendisine; “Tevfik Fikret’i nasıl buldunuz?” diye sorulunca şu cevabı verir: “Onu hiç sevemedim! Benim gibi ilk kez görüştüğü bir adama, yirmi senelik arkadaşını çekiştirdi.”
O, dostlarını yüzüne karşı da gıyabında da incitmezdi.
Elbette dostları da Akif’i çok severdi. Hakkında pek çok dedikodunun çıkarıldı, şapkaya karşı olduğu, inkılâplara meydan okuduğu şeklinde gammazlandığı, fitne kazanlarının kaynatıldığı günlerde, sevenlerinden Mustafa Seyyid adlı bir genç der ki: -Akif hiç vatan haini olur mu? Ona bu iftira atıldıysa ve bunun cezası idamsa, ben onun yerine idam olmaya razıyım. Yeter ki O, vatanından uzak kalmasın!
Öyle ya, dostluk tek taraflı değildir.
Haksızlığa tahammülü yoktu
Üstad Akif, dost meclisinde yapılan yanlışları benimsemez, düzeltir, hatalı olanları uyarırdı.
Kastamonu’da Milli Mücadele günlerinde bir yemek davetinden sonra arkadaşlarıyla, Açıksöz Gazetesi yazıhanesinde oturmaktadır. Orada bulunanlar, bir milletvekilinin dedikodusunu yapmaya başlayınca, Üstad onlara kızar ve şu hatırlatmada bulunur: “O iyi bir adamdır. Daha iki gün önce bizi davet etti, ikramda bulundu, adamın yemeğini yedik. Onu nasıl çekiştirirsiniz?!”
Dostlarına iltifat eder, onların değerini takdir eder, hayır dualar ederdi. Mısır’daki dostlarından Yozgatlı İhsan Efendi’ye şunları söylerdi: “Eğer sen burada olmasaydın, bu gurbet ellerde ben ne yapardım? Ey bana gurbet elleri on senedir aşina kılan İhsan Efendi! Sana bir ananın, bir babanın evladına duası gibi dualar ediyorum.”
Fuad Şemsi için; “Onun sözü özü, her şeyi doğrudur. İrfanı, dirayeti, malumatı da caba…”, Şerif Muhiddin için de şunları söylemişti: “Şarkın bir nazirini daha yetiştirmesine imkân tasavvur edemediğim bu muazzam dahi-i sanat”
Âkif demek vefa demekti
Dostlarının sıkıntılarıyla ilgilenir, bir ihtiyaçları olursa gidermeye çalışırdı. Bir defasında tapu dairesinde Eğinli Hacı Hafız Efendi ile karşılaşır. Eğinli, resmi işleri sevmeyen ve sıkılan biriydi. Akif onu görünce, nasıl yardımcı olacağını sorar. İlgili memurlarla görüşür, devam edecek işlerinin, bir vekille hallolması için memurlara ricada bulunur ve çıkarlar. Sonuçtan fevkalade memnun olan Eğinli Hafız; “Şairim! Bir daveti hak ettin.” der. Akif’in cevabı, ondaki aşkı da göstermektedir: “Hocam ben daveti her yerde bulurum. Ben size bazı arkadaşlarla Kur’an tilavetinizi dinlemeye gelirim. Çayınızı içeriz.”
Gerçekten de bir müddet sonra Kur’an-ı Kerim dinlemeye giderler.
Dostlarına güzel söz ve latifelerde bulunur, şiirlerini ithaf ederdi. Arkadaşı Filozof Ferid Kam’a; “Üstâd-ı Hakîmim: Felsefede Üstadım” derdi. O da bundan geri kalmaz ve şöyle derdi:
“Bize Üstad-ı Hakim ünvanı
Akif’in bol keseden ihsanı.”
Çok değer verdiği Ahmet Naim için, “Hacı Baba”, genç dostlarından Mahir İz için; “O pek necip bir gençtir, çok severim” derdi.
Her tabaka ve seviyeden dostları vardı. Çocukluk arkadaşlarını unutmaz, âlimle ilmi meseleler, sanatkâr ve şairlerle edebi meseleler konuşurdu. Dostları seçkin, değerli insanlardı ama seçkinci, bazı insanları dışlayıcı bir tavır içine girmezdi. 31 Mart olayından sonra ortaya çıkan kargaşa ortamında Akif’in bir baba dostu da tutuklanır. Tek suçu, Derviş Vahdeti’nin çok eskiden komşusu olmak. Bu, suç olarak yeterliydi. Akif durumu öğrenir öğrenmez hemen Kara Kemal’e koştu. Kara Kemal, İttihatçıların ileri gelen dört beş adamından biriydi. Ona, bu baba dostunun hiçbir suçunun olmadığını söyledi. Ve kimseyi kolay kolay dinlemeyen Kara Kemal hemen adamı serbest bıraktı.
– Mesele anlaşılmıştır. Çünkü bu adamın namuslu olduğunu Akif söylüyor…
Akrabalarına karşı da ilgiliydi. Gençken gittiği baba yurdunda amca ve diğer yakınlarla görüşmüş ve gelirken yanına amcası oğlunu da getirerek medreseye yazdırmıştı.
O gerçek dosttu
Dostunu yerine göre, yüzüne karşı tenkit eder ama başkalarının, dostları aleyhine konuşmasını kabullenmezdi. Çocukluk arkadaşı İbn’ül-Emin Mahmut Kemal ile sık sık görüşür ama mizaç ve düşünceleri birbirine zıt olduğu için hep tartışırlardı. Birbirlerine sert bir şekilde kızdıkları da olurdu. Ancak bir başkasının, İbnü’l-Emin’i çekiştirmesine da asla izin vermezdi.
Memleketten ayrı kaldığı zamanlarda bile gelen gidenlerle, mektuplar vasıtasıyla dostlarından haber alırdı. Haberleşemediklerini sorar, onlara selam gönderir, büyüklere hürmetlerini, küçüklere sevgilerini sunardı. Her zaman için dostlarının ne okuduğunu, kimlerle oturup kalktığını, dil bilip bilmediğini sorar, onları ilme, kendilerini yetiştirmeye, iyi insanlarla birlikte olmaya teşvik ederdi.
Dostu için tavır alır, haksızlığa uğramışsa yanında olur, bu konuda kendisinin zararlı çıkma endişesini taşımazdı. Dârü’l-Fünun’da görev yaptığı zaman, dostu Ferit Kam’ın, kadro dışı bırakılarak işine son verildiğini duyunca, bunu kabullenmemiş, buna tepki olarak o da Üniversitedeki görevinden istifa etmiştir. Yine kendisinin Baytarlık Genel Müdür Yardımcısı olduğu bir dönemde, müdürünün haksız yere görevden alınmasına tepki göstermiş ve kendisi de istifa etmiştir.
Özetle o gerçek bir dosttu. Gerçek dostlar edinmişti.
Ne dersiniz, Akif gibi kaç dostumuz var acaba?…***
Mehmet Nezir Gül / Gençdoku 55. Sayı (Aralık2013 / Safer 1435)