Oruç, kulluğumuzu zirvelere taşımak için vesiledir. Hem fert olarak hem de cemiyet olarak huzura, sükûnete ermenin, hayattan tat almanın, kulluğun lezzetinin yüreklerde cem olduğu, bedeni ve ruhî yönleri ile Rabbe yaklaşmanın bir yoludur. Yol ki; yolcusu çok, lezzetini alan azdır.
Fertlerin arasını saran İslam’ın kardeşlik kokusuyla cemiyetin o küf kokan nefret dolu havasının Ramazanın şerefiyle, oruçla nasıl değiştiğini görmez mi insan? Tüm Müslüman toplum ve topluluklarda yaşanan bu muhteşem güzellik; insan onuruna en güzel şekilde yakışan bu libası nasıl fark edemez insanlık?
Yeryüzünde insanların tâbi olduğu birçok din vardır. Bu dinler tek tek araştırılıp incelendiğinde ve karşılaştırıldığında insan fıtratına en uygun dinin İslam olduğu görülmektedir. Bundan dolayı aklıselimle düşünen ve araştıran değişik dinlere mensup birçok din ve bilim insanı İslam ile müşerref olmaktadır.
İslam insana, hayatın her alanında ve her döneminde sorumluluklar, yapması gereken ibadet vazifeleri yüklemektedir. Bu sorumlulukların sadece şahsi değil cemiyet açısından da önemli faydaları vardır. Elbette sırf fayda gözetilerek ibadetlerin yapılmayacağını bilmemiz gerekir. Namaz, zekât, hac vb. ibadetler gibi yılda bir ay boyunca Ramazan ayında tutulan orucun şahsi ve sosyal olarak sayılamayacak kadar faydası bilinmekte ve görülmektedir. Elbette ki bu ibadetin asıl yapılmasının tek amacı Rabbimizin rızasına nail olmaktır. Orucumuzun mükâfatı Rabbimizin katındadır, tutulan her orucumuzun pürüzsüzlüğü, mükâfatımızın artmasında ve Rabbimizin rızasında belirleyici olacaktır.
Rabbimizin yapmamızı istediği ibadetlerin her birinin belli bir zaman çerçevesinde ve diliminde olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Ramazan ayı da, tuttuğumuz oruçlarımız da yine bir zaman içinde, belli saatler arasında yer almakta, yapılmaktadır. Rabbimizin “vel-asr” kelimesine yüklediği mana, Müslüman insanın hayatına nasıl ayar vermesi gerektiğine dair bir öğretme ve hatırlatmadır. Bu bağlamda farklı zamanları karşılaştırma açısından ele aldığımızda Ramazan ayı ile ilgili üç durum karşımıza çıkmaktadır:
Ramazan ayının öncesi hayatımız nasıl olmalı; Ramazan ayı nasıl değerlendirmeli ve Ramazan sonrası nasıl yaşamalıyız, hayatımızı nasıl devam ettirmeliyiz?
Özellikle Ramazan öncesi, Rabbimiz nasıl istiyorsa öyle olmalıdır. Yememizde içmemizde, giyimimizde kuşamımızda, alışverişimizde vb. hayatımızı kuşatan her iş ve fiilimizde İslam dininin mensubu olmamız, işimizi nasıl yapmamızı gerektiriyorsa öylece yapmalıyız. Samimiyet ve huşu ile sıratı müstakim yolunun takipçileri olunmalıdır. Allah’a kul, Resûlullah’a ümmet olmanın idrakinde olunmalıdır.
Allah yolunun yolcusu, ailesinde, işinde, komşuluğunda, talebeliğinde, evlatlığında, arkadaşlığında, nefsine ve zalime karşı cihadında Rabbine kul olmanın şuuruyla Ramazan ayına giriş yapmalıdır. Rabbimize kul olmayı öğreten Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselamın hayatını, yaşamını kendi hayatımıza tatbik etmenin mutluluğu ile Ramazan ayına adım atılmalıdır. Bilinmelidir ki, Ramazan ayı maneviyatı olmayan bir iklimden manevi bir iklime giriş değildir! Ancak dünyanın geçici heveslerine kapılmış, şeytanın ve nefsinin esiri olmuş, büyük günahlar işlemiş, gaflet içinde biçare…
Rafet Gayretli’nin yazısının devamını Gençdoku 50. Sayısında (Temmuz 2013 / Şaban-Ramazan 1434) okuyabilirsiniz