İstiklalimizin aziz şairi Mehmet Akif, tüm Türkiye olarak üzerine ittifak ettiğimiz bir isim olmasına karşın, tanınırlığı ve bilinirliği adından başka değil. Taceddin Dergâhı’nda yazdığı ve bugün Türkiye Cumhuriyetinin resmi marşı olan İstiklal Marşı da çoktandır, ne dediği hiç düşünülmeden okunuyor, ezberleniyor, söyleniyor. Hem İstiklal Marşı’nın hem de merhum Akif’in, Türkiye’de tam olarak nereye denk düştüğünü Büyük Türkçe Sözlük’ün büyük emektarı, Türkiye Yazarlar Birliği’nin kurucusu D. Mehmet Doğan Hoca ile konuştuk. Camideki Şair; Mehmet Akif, İslam Şairi İstiklal Şairi Mehmet Akif, Batılılaşma İhaneti, Dil Kültür Yabancılaşma, Halka Karşı Demokrasi, Yüzyılın Soykırımı, Bir Lügat Bulamadım gibi kitaplarıyla yıllardır düşünce dünyamızın inşasına emek harcayan D. Mehmet Doğan net konuştu: İstiklal Marşı bir meydan okumadır!
İstiklal Marşı’nın bir ‘Milli Mutabakat’ metni olduğunu söylüyorsunuz. Daha anlaşılır kılabilmek için bunu biraz açabilir miyiz?
Osmanlı Devleti’nin sona eriş ve yeni Türkiye’nin oluşum döneminde millî marşı yazma şerefi Mehmed Akif’in oldu. Bu olağanın olağanüstü bir yönü olduğuna dikkatten kaçmamalı. Uzun süre Mehmed Akif’in Milli Mücadeleye katılış macerası üzerinde düşündüm. Akif’in Ankara’da olmasının sayısız faydaları vardır şüphesiz. Onun bu faydaları çeşitli şekillerde sağladığı da biliniyor. Ancak Akif bu faydaları Ankara’ya gelmeden de büyük ölçüde sağlayabilirdi. Hele TBMM’de bulunmasına hiç gerek yoktu. Zaten Meclis’te onun çok aktif bir üye olmadığını da biliyoruz. Sessiz bir milletvekilidir. Sonunda şu kanaate vardım: Mehmed Akif Ankara’ya betahsis İstiklâl Marşını yazmak için gelmiştir. Bunu kendisi de sarih olarak bilmiyordu şüphesiz.
Mehmed Akif’in millî marş yazma yarışmasına katılmadığını, yarışmaya katılan şiirlerin kifayetsiz bulunması üzerine Maarif Vekili Hamdullah Subhi’nin Mehmed Akif’i yarışmaya katılmaya zorladığını, Akif’in de bunu para mükâfatından ötürü reddettiğini biliyoruz. Mehmed Akif, ısrar üzerine asıl Ankara’ya geliş sebebi olarak tanımladığımız İstiklâl Marşı yazma fiilini gerçekleştirmiştir.
Mehmed Akif Meclis’te hiç konuşmamıştı. Ama İstiklâl Marşı ile söylemek istediğini en müessir şekilde söylemiştir. Şimdi o Meclis’te söylenen sözlerin hiç birini hatırlamıyoruz. Ancak Mehmed Akif’in söylediklerini bunca senedir bütün Türkiye biliyor ve tekrarlıyor.
“İstiklâl Marşı” öyle bir metindir ki, Türkiye’yi teşkil eden halkın bütününün benimseyeceği unsurlar ihtiva eder. Esasen Mehmed Akif böyle bir sonuç da gözetmemiştir. O düşündüğü, inandığı gibi yazmıştır sadece. Bilhassa, 1924’ten sonra uygulanan politikalar bu ülkenin halkının inanç ve değerlerinin geniş ölçüde dışlanması anlamına geliyordu. O yüzden geniş halk kitleleri bilhassa kendini inanç boyutu ile tanımlayanlar- ülkeye bağlılıklarını İstiklâl Marşı ile ifade etmişlerdir. Kendilerini Anayasa ve kanun metinlerinde değil, İstiklâl Marşı’nın metninde bulmuşlardır.
Düşünün bir, ya İstiklâl Marşı da olmasaydı? Veya yarışmaya katılan yüzlerce şiirden birisi “millî marş” olarak kabul edilseydi? Ya Mehmed Âkif’imiz olmasaydı?
‘Camideki Şair’ Akif üzerine yaptığınız ilk kitap çalışması. Kitabın ismiyle bile hususen gözlerden kaçırılan bir meseleyi tam olarak gözler önüne seriyorsunuz. Akif’in hem hayatı hem de Milli Mücadele’deki yeri resmi ağızlarca üstü örtülen bir mesele. Neler söyleyebiliriz?
Mehmet Âkif, Millî Mücadele için Ankara’ya davet edilen ilk şairdir, edebiyatçıdır. İstanbul’un işgalinden sonra Meclis-i Meb’usan dağılmış, Ankara’da Millî Mücadele’nin yürütülmesi için Büyük Millet Meclisi’nin açılması kararlaştırılmıştır. 1920 yılının nisan ayı başlarında Mehmet Akif’i ziyarete gelen Ali Şükrü Bey, (Mustafa Kemal) Paşa’nın onu Millî Mücadele’in manevî cephesini kuvvetlendirmek için Ankara’ya davet ettiğini haber vermiştir.
Mehmed Âkif, dâveti tereddütsüz kabul etmiş ve oğlu Emin’i yanına alarak Ali Şükrü Beyle birlikte Ankara yoluna düşmüştür. Mehmet Âkif’in Ankara’ya geldiği, Mustafa Kemal Paşa tarafından o günlerde haftada bir yayınlanan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 28 Nisan 1921 tarihli sayısında haber olarak yer almıştır. Bu haberin başlığı ve muhtevası Mehmed Âkif’in hangi sıfatla (ve maksatla) çağrıldığını ortaya koymaktadır: “İslâm Şairi Akif Bey.”
81 kelimelik haberde “İslâm şairi” ibaresi başlık hariç 3 defa kullanılmaktadır. Bir defa da “şair-i hakîm-i İslâm” (İslâm’ın bilge şairi) tamlamasına yer verilmektedir. Böylece 81 kelimelik metnin sekizde biri bu tanımlamaya ayrılmıştır. Mehmet Akif ayrıca “pek hassas ve ulvî İslâm şairi”dir. Ayrıca güzide (seçkin) İslâm şairidir. “Hamiyet-i diniye ve gayreti vataniye”si vardır. İlim ve bilgelik sahiplerinin en ileri gelenlerinden seçkin bir şahsiyetdir…
Metnin üçte ikisi Mehmed Akif’i öven, yücelten ibarelerden oluşmaktadır. Bu haber metninde “İslâm” merkezî yeri işgal etmektedir. Haberde Mehmed Akif’in Millî Mücadele için önemi, neredeyse din-İslâm etkeninin önemiyle paralel bir konumda görülmektedir.
Bu haber bize Mehmet Âkif Ankara’ya “İslâm şairi” olarak davet edildiğini tereddüde yer bırakmayacak surette göstermektedir. Bu sıfatla dergisi Sebilürreşad’ı Ankara’da yayınlamıştır. Sebilürreşad Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin verdiği tahsisatla basılıp dağıtılan iki süreli yayından biridir. Hâkimiyet-i Milliye bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın yayınına ön ayak olduğu bir gazetedir. Mehmet Âkif’in dergisi ise, Meclis zabıtlarındaki tanımlamaya göre, “Sebilürreşad ceride-i İslâmiyesi” yani “Sebilürreşad İslâmî Gazetesi”dir.
“Sebilürreşad İslâmî Gazetesi” Büyük Millet Meclisi tarafından bastırılarak Anadolu’nun her tarafına dağıtılmış, cephe gerisine olduğu kadar cephelere de gönderilmiştir.
Mehmet Akif, bir taraftan “İslâm şairi” sıfatıyla Anadolu’nun muhataralı bölgelerine halkı irşad (aydınlatma) maksadıyla gönderilirken, onun Ankara’da bulunuşuna resmiyet kazandırmak için milletvekili olmasının da arzu edildiği anlaşılmaktadır.
Mehmet Akif Burdur’dan Milletvekili seçildikten sonra, Büyük Millet Meclisi oybirliği ile onu Burdur meb’usu olarak kabul etmiştir. 5 Haziran 1920 tarihli bu kabulden sonra Mehmed Akif 1. Büyük Millet Meclisi’nin kayıt defterine “İslâm Şairi Mehmed Âkif Bey” olarak kaydedilmiştir. Günü geldiğinde de İslâm Şairi Mehmed Âkif Bey’den milletin İstiklâl Marşı’nı yazması istenmiştir!
‘O kadar şair arasında niçin Akif?’
Millî Marş için dönemin ünlü şairleri içinden neden Mehmed Âkif seçilmiştir? Cenap Şehabettin’i, Ahmet Haşim’i şiir tarzları itibarıyla bir kenara bırakalım, Kabr-i Selim-i Evveli Ziyaret ve Merkad-i Fâtih’i Ziyaret gibi millî şiirler de yazan o zamanın “Şair-i âzam”ı Abdülhak Hamid’in, daha çok millî şiirleriyle tanınan Ziya Gökalp, Celâl Sahir, Enis Behiç, Süleyman Nazif gibi isimlerin, bilhassa Türkocağı çevresinin “millî şair” olarak yücelttiği, Hamdullah Suphi’nin de çok değer verdiği “Türkçe Şiirler” kitabının sahibi Mehmet Emin’in (Yurdakul) hatırlanmaması ilgi çekicidir.
Bu isimlere çok fazla şiiri yayınlanmış olmasa da şöhretli bir isim olan Yahya Kemal’i, daha genç nesilden Faruk Nafiz’i, Orhon Seyfi’yi, Yusuf Ziya’yı (Ortaç) ekleyebiliriz.
Buna karşılık dinî hassasiyeti bilinen, “İslâm şairi” olarak tanınan Mehmed Âkif üzerinde ısrar edilmesi bugüne kadar bütün vecheleriyle açıklanabilmiş değildir. Bunun sebebini, öncelikle dönemin şartlarında arayabiliriz. Batının o sırada çok yakından hissedilen ezici baskısı karşısında, en batıcı olanlar, dine uzak duranlar dahi millet vakıasını, milleti yaşatan değerleri daha objektif olarak görmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bunlar da Meclis’teki oylamada çok güçlü bir dinî muhtevaya sahip olan İstiklâl Marşı’na oy vermişlerdir.
Mehmet Âkif gibi, iman salâbeti bilinen bir şairin milletin hissiyatına tercüman olabileceği hususunda şüphe olmadığından, yazacağı şeyin muhtevası bilinerek, tahmin edilerek kendisinden talepte bulunulmuştur.
Bu talebin sadece onun şiirini eskiden beri beğenen Hamdullah Suphi ile sınırlı olduğu fazla akla yatkın görünmüyor. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Millî Mücadele’nin yönetici ekibinin marşı beğendiklerini, görüşlerine yansıtan bir gazete olan Hâkimiyet-i Milliye’nin birinci sayfasında kabul edilmeden neredeyse bir ay önce çerçeve içinde yayınlanmasından, ihsas-ı rey olan bu yayından sonraki süreçte, Hamdullah Suphi’nin yine “reyimi açıklıyorum” diyerek, aynı yönde ihsas-ı reyde bulunmasından, seçilmiş diğer şiirleri bir yana bırakarak sadece Mehmet Akif’in şiirini okumasından ve kabul oturumunda da ne kadar tartışılırsa tartışılsın, Mehmet Âkif’in şiiri dışındaki şiirlerin oylatılmamasından çıkarabiliriz.
İstiklal Marşı: En zor zamanda ümit ve iman telkinidir. Mehmet Âkif İstiklâl Marşı’nı başarılardan, zaferlerden duyduğu heyecanla yazmadı. Hatta ufukların karanlık olduğu bir zamanda, başarının pek ümid edilmediği, zaferin hayâl olarak görüldüğü günlerde kaleme aldı.
Daha sonra kazanılan başarılarda elbette zor zamanda ümit ve iman telkin eden bu metninde payı vardır.
Mehmed Âkif’e rağbet zafere kadardır! Zaferden sonra emperyalistlerle masaya oturulmuş, o masada sadece yeni Türkiye devletinin maddi sınırları çizilmemiş, manevi sınırları da tayin edilmiştir. Batı emperyalizminin İslâm korkusu yeni devletin oturtulacağı inanç ve düşünce zeminini belirlemiş, bu durumda, “İslâm Şairi”ne ihtiyaç kalmamış, hatta korkulan bir şahsiyet haline gelmiştir.
Aslında ana hatlarıyla bahsettiniz ama notlarım arasında vardı, belki açarsınız diye tekrar sorayım; ‘İstiklal Marşı’nı Akif yazmasaydı, başka biri yazardı’ diye başlayan ve çoğaltılan itham cümleleri var Akif’le ilgili. Bu doğru olabilir mi?
İstiklâl Marşı bir meydan okumadır. Başka şahsiyetler bu gücü gösterebilse idi, meydanda onlar da olurdu. İstiklâl Marşı Türkiye’nin o buhranlı günlerinde Mehmed Âkif’ten başka bir şair tarafından yazılamazdı. Daha sonra da o şartlar bir daha yaşanmadığı için bir millî marş yazılamazdı. Mehmed Âkif de bunu ölüm döşeğinde ifade etmiştir. Mealen: “İstiklâl Marşı bir daha yazılamaz, ben de yazamam. Allah bir daha bu millete istiklâl marşı yazılacak şartlar yaşatmasın!”
Tek parti devrinde İstiklal Marşı’nın değiştirilmesi için bir yarışma tertip edildiğini biliyoruz. Açıkça anlaşılıyor ki İstiklal Marşı’ndan rahatsızlık duyan birileri var, rahatsızlıklarını nasıl anlamak gerekiyor?
Millî mücadelenin fikir zemini ile yeni Türkiye’nin ideolojisi tamamen zıttır. Bu zıtlık, bir zamanlar o sıkıntılı günlerde Mehmed Akif’e ve İstiklâl Marşı’na mecbur olanları farklı arayışlara sevk etmiştir. 1920’li ve 30’lu yıllarda İstiklal Marşı yerine yeni bir milli marş ikame etmek için bir takım teşebbüslerde bulunulmuş, fakat sonuç alınamamıştır.
Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Mehmet Akif’ten hiç söz etmiyor. M. Kemal Paşa’nın Akif’e karşı bu şahsi tutumu neden kaynaklanıyor? Bu bir resmi ‘yok sayma’ projesi gibi?
İyi ki bahsetmiyor! Çünkü Nutuk’da sözü edilen Millî mücadelenin bütün önemli şahsiyetleri ile ilgili olarak Kemal Paşa olumsuz ifadeler kullanmaktadır. Kendini Milli Mücadele’nin tek adamı olarak takdim eden Paşa’nın bu tek adamlığı zaafa uğratacak şahsiyetlerle işi olamaz. Elbette, bu yıllarda Mehmed Akif’in unutturulmak istendiğinden şüphe yoktur. Nitekim vefat haberi günün gazetelerinde üç beş satırla verilmiş, İstanbul Üniversitesi rektörüne, milli şairin cenazesine katılmaması, gençlerin katılmasını da önlemesi talimatı gönderilmiştir. Fakat bu sefer emir demiri kesememiş, gençler ve halk Mehmed Akif’e sahip çıkarak Cumhuriyet tarihinin ilk dönüştürücü tepkisini ortaya koymuştur.
Camideki Şair kitabınızda da geçiyor, 41 mısralık İstiklal Marşı’nda sadece bir mısraın iki kere yer aldığına işaret ediyorsunuz; ‘Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklal!’ Akif ne söylüyor, neyi öngörüyordu?
Mehmed Âkif bu “sehl-i mümteni” denilebilecek mısrada istiklâlin, bağımsızlığın Hakk’a tapmanın tabiî sonucu olduğunu söyler. Esasen, Hakk’dan başkalarına tapanın müstakil olması mümkün müdür? Hakka tapan insan insanlığı ve istiklâli hak etmiştir veya müstakil olacak mücadele azmine sahiptir. Esasen sonraki mısrada belirtildiği gibi, Hakka tapan insan ezelden beri hürdür, hür yaşar.
Bu kavramlaştırmanın, modernist yaklaşımlara aykırı bir muhteva taşıdığı şüphesizdir. Buna rağmen, Mehmed Âkif vurgularcasına mısrayı şiirinin sonunda tekrarlamak ihtiyacını duymuştur.
Marşın ilk kıtasındaki: “O benim milletimin yıldızıdır parlayacak / O benimdir, o benim milletimindir ancak” mısraından Akif’in bir ‘millet’ tanımı olduğunu anlıyoruz. Biraz daha somut ifade edilirse, Türkiye’nin bugünkü sıkıntıları bağlamında da neler söylenebilir bunun üzerine?
“Ulus” değil “millet”! Çünkü bu iki kelime birbirinin yerine ikame edilemez. Millet” ve “Millî” kelimeleri, sonradan yaygınlaşan ve günümüzde daha çok kullanılan “nasyon”, “nasyonal” manaları dışında, “dinî” topluluk” ve “dinî” manalarıyla bilinmekte ve kullanılmaktadır. Yani “İslâm Milleti”nden bahsedilmekte, “milletimiz” denildiğinde “Müslüman toplum” anlaşılabilmektedir. Dini dışlayan bir millet tanımlamasının Türkiye’nin başına ne büyük gaileler açtığını görmek zorundayız.
İstiklal Marşı’nın bestesiyle ilgili farklı yorumlar var. Bestenin, marşın ruhunu ifade edemediği belirtiliyor. Ve İstiklal Marşı’nın ancak Peygamber’i Medine’de karşılayanların, hep bir ağızdan kurgusuz okudukları ilahi terennümle ifade edilebileceği söyleniyor. Neler söylemek istersiniz?
İstiklâl Marşı’nın metninde her hangi bir şüphe ve tereddüt yok. Onun hangi şartlarda yazıldığını, Meclis’te nasıl kabul edildiğini ve rakipsiz olduğunu, yani ikinci, üçüncü veya dördüncü bir şiirin olmadığını herkes biliyor.
Marşın sözleri böyle ama bestesi öyle değil.
İstiklâl Marşı büyük bir şairin eseri ve kendiliğinden söylenivermiş gibi tabii, heyecan uyandıran bir metin. Bestesi için aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Onu ilk defa söyleyenlerle, yıllardır söyleyenler arasında neredeyse fark yok. Milyonlarca halk kitlesi tümden öğrenme özürlü mü?
Marşın ilk mısraını hatırlayalım: “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.”
O al bayrağın zihin semanızda dalgalanmaya başladığını hissediyorsunuz değil mi?
Hadi bir de marş olarak, bestesiyle söyleyelim:
Korkma sönmez bu şafaaak!
-larda yüzen al sancaak!
Biz vatandaş olarak bu marşı söylerken, neredeyse elli yıldır sıkıntı çekiyoruz. İşi daha derinlemesine bilen müzisyenler ise bu müzik özürlü bestenin ızdırabını çekiyor.
Merhum İstiklâl Marşı şairimizin vefatının 50. yıldönümünde (1986) düzenlediğimiz bir sempozyumda müzik konusundaki otoritesi tartışılmaz üstadlarımızdan Cinuçen Tanrıkorur bu ızdırabı uzun uzun izah etmişti.
Cinuçen Bey İstiklâl Marşı bestesinin değiştirildiğini göremeden gitti. Dört sene önce, Mehmet Akif’in vefatının 70. yıldönümünde düzenlediğimiz bilgi şölenine yaşayan bir musiki ustamız ısrarla katılmak istedi. Biz de buyur ettik. Bakın söylediklerine:
“Yalnızca iki kıt’ası müziklendirilmiş olan şiirin sekiz mısraındaki 117 hecenin 53 tanesinde prozodi hatası mevcuttur. Kelime gruplarının nağmeye denk düşmemesi demek olan periyot hatası ise 13’tür. Türkçe okuma kurallarına ters düşen vurgu hatası 14’tür. Budanmış veya kelime gruplarından doğan anlamsız hece veya hece gruplarının sayısı ise 12’dir.” (Reha Sağbaş’ın bildirisi, Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2007 yılında basılan Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni bildiriler kitabında mevcuttur).
Bu kadar kusurlu bir besteyi nasıl doğru dürüst okuyacaksınız ve neresini düzelteceksiniz?
Röportaj: Yusuf Genç