Liberalizmin Tuzağındaki Müslümanlar
Bize ait olmayan kavramlarla kendimizi tanımlamaya çalışmanın açmazları gün geçtikçe daha belirginleşiyor ve giderek çıkmazlarımız çoğalıyor. Özü ve ruhu bize yabancı olan kavramların başımıza açtığı işlerin pek de farkına varamıyoruz. Çünkü içinde bulunduğumuz ortam, yaşanan süreç Müslümanların düştüğü yılgınlık ve yenilgiyi kabul, başlıca sorunlardan. Kimi zaman bazı kavramlar kulaklarımıza hoş gelebiliyor. Veya kimi kavramları Müslümanlara benimsetilmek için özel çabalar sarf ediliyor. Medya ve reklâm bu konuda etkin olarak kullanılıyor. Müslümanlar için yaşanan daralmalar, gerilimler sonrasında kendilerine kurtuluş yolu olarak sunulan yollar son bir çare imiş gibi gösteriliyor. Sorun asıl bizim kendi içimizde. Müslümanların önde gelenlerinin de bunu benimsemeleri ve içselleştirmeleri sorunu daha da büyütüyor. ‘Önde gelenler’den kastımız siyasal hırsların Müslüman bilincin ve aklın önüne geçmesi.
BATI TARZI HÜRRİYET: LİBERALİZM
Günümüzün en yaygın ve benimsenen kavramlarından biri de liberalizmdir. Bu kavramın asıl anlamına bakalım önce.
Liberalizm: “Kişilerin hürriyetine saygı gösteren, siyasî ve iktisadî düzeni bu temele uygun olarak kurmaya çalışan, devletçiliğin, mutlakiyetçiliğin ve geniş anlamda sosyalizmin karşıtı olan görüşlerin ortak adı.” Bu kavramın belirlediği sınırlar içinde de liberal: “Hürriyet ve serbestlikle ilgili hürriyetten yana olan kimse veya fikir” olarak tanımlanır. Liberalist ise: “Liberalizmi benimseyen kimse. Liberal: Hem sosyalist, hem de hür liberalist, hem serbest ekonomik piyasadan yana.”
Bütün bunlara bakıldığında Batı’nın belirlemiş olduğu bir yaşama alanı ve çerçevesi söz konusu oluyor. Her şeyden önce bu kavramların çıkış merkezi aynı. Bunların kimi sevimli gibi gösterilirken kimi de olumsuzlanıyor ve bu aşırılıklara kadar götürülebiliyor. Oysa bu düşüncenin özünde materyalizm var. Materyalizm; yani maddeci bir hayat anlayışı.
Liberalizm serbest hayat anlayışı olarak algılanıyor. Yani özgürlüğün sınırlarının daha geniş olduğu bir alan. Bununla bir anlamda şöyle bir algı oluşturuluyor. Müslümanlık özgürlük alanlarını sınırlıyor, ya da son dönemlerde oluşturulan batıcı bir algıyla fundamental olarak sunuluyor. Terör olaylarının Müslümanlarca yoğunlaştırılmış olması bu algıyı daha güçlendiriyor. Son yıllarda yaşanmakta olan olaylarla bu algı giderek pekiştiriliyor. 11 Eylül’de abede’de kulelere yapılan saldırılar bu anlamda bir dönemeçtir. Demek oluyor ki, insanlar için belirleyici olan Müslümanlık değil, özünde Haçlı Hıristiyanlık ruhunun olduğu bir liberal hayat anlayışı, algılatılıyor ve sevimli kılınıyor. Onlar sevimlileştirilirken, hümanist olarak gösterilirken Müslümanlar ise düşürülen tuzaklar sonucu olumsuzlanabiliyor.
LİBERAL MÜSLÜMANA FAİZ HELÂL
Ne yazık ki siyasal hayatımızda yer alan Müslüman öncüler de bunu benimsiyorlar. Bir bakıma bunun başlatıcısı Türkiye’deki sağ siyasa adamlarıdırlar. Görünürde ekonomideki serbestlik yani liberal hayat anlayışı Müslümanların ticaret serbestliğiyle özdeşleştiriliyor. Oysa batıcı liberal ekonominin temeli faizdir. Faizsiz bir ticaret düşünülemez. Böyle olunca da Müslümanlar asıl tezlerini bir yana bırakmış oluyorlar. Yukarıda sözlük tanımı içinde ilginç bir saptama bulunuyor. “Liberalizmi benimseyen kimse. Liberal: Hem sosyalist, hem de hür liberalist, hem serbest ekonomik piyasadan yana.” Birbirine aykırı gibi görünen sosyalizm ile kapitalizm liberalizm içinde yumuşatılıyor, eritiliyor ve bir benimseyiş olarak beliriyor. Fakat ilginç bir durum daha var bir başka tanımlama gene yukarıda geçti: “Sosyalizm karşıtlığı” olarak da gösteriliyor. Buradan baktığımızda batı düşüncesinin özünün bir bütün olarak oluştuğu. Bunların birbirlerine hiç de aykırı olmadıkları gerçeği.
Bir bakıma düşmanlarını kendi mantığı içinde oluşturuyor. Tezini de antitezini de kendileri belirliyor. Batı düşüncesinin belirlediği alanlar içinde Müslümanların kendilerine yer edinmeleri ya da yer bulmaları için küçük de olsa bir açık kapı bırakıyor. Müslümanların serbestlikleri ve insanlara tanıdıkları özgürlük alanları elbette farklı. İnsanın kanını sömüren, emeğini sömüren, haksız kazanç elde etmeyi meşru kılan bir serbest ticaret söz konusu olmuş oluyor.
Düşünce serbestliği bakımından baktığımızda durum daha vahim bir hâl almakta. Bunu Türkiye düzleminde de görebiliriz.Yaşadığımız topraklar düzleminde bakıldığında bu kavramın kulağa hoş gelir bir tarafının olduğunda kuşku olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Batılılaşma sürecine girmiş bulunan Türkiye’nin geçen yüzyılın başından itibaren yönetim biçimi tam anlamıyla jakoben bir unsur taşımakta olması. Müslümanlara nefes aldırmayan bu yönetim biçiminin, zaman zaman doruğa çıktığı bilinen ve yaşanan bir gerçek. On yıllarca Müslümanları baskı altında tutan bu hayat anlayışı, başkalarına yaşama alanı tanımazken zaman içinde durumun aleyhlerine dönmesi üzerine özgürlük alanını ve kapısını aralaması bunun bir diğer yüzünü oluşturuyor. Müslümanları sıkan âdeta boğan bu dönemi gevşetmesi, ardından da “bakın size bir özgürlük alanı açıyoruz” anlamına gelen belli bir sınırlama liberalizm tanımı altında oluyor.
HÜRRİYET ADALET EŞİTLİK YALANI
Müslümanlar ise on yıllarca çektikleri zulüm yaşadıkları baskı sonrasında az da olsa liberalizm kavramı altında soluk aldırılması ve rahatlatılması sanki Müslümanlar için bir nimetmiş gibi kabul görebiliyor. Müslümanlar ise bu tuzağın ne yazık ki farkında değildirler. Jakobenizm batının bir başka yüzünü oluşturuyor Müslümanlar açısından. Duruma şöyle bakmada da yarar var. İttihat ve Terakki mensupları kendi öz düşüncelerinden uzaklaşma adına, batıdan kendilerine benimsetilen ve öz itibariyle bize ait olan kavramları kullanarak geldiler, yerleştiler ve kökleştiler. Bu kavramlar birer slogan olarak yer etti. “Hürriyet”, “Adalet” ve “Eşitlik”. Bunlar bir bakıma liberalizmin de kökenini gösteriyor gibi. Fakat İttihatçılar yönetim erkini ellerine aldıkları andan itibaren bu kavramları sadece kendileri veya yabancı ekalliyetler için uyguladılar dersek yeridir. Bir başka deyişle liberal hayat anlayışı sadece onlar için geçerli. Kendi sistemlerini kuranlar bu sefer kendileri dışında olanlar için bir hayat anlayışı ve alanı belirlediler. Bu alan onların belirlediği kadarıyla geçerli oldu. Bugün batıcılar ile İslâmî düşünüş içinde olanlar arasındaki gerilimin temelinde yatan gerçek de hayat algılarının, yaşama biçimlerinin farklılığıdır. Alkol, cinsellik ve benzeri konularda verilen mücadele asıl bu alanla ilgili. Kıyasıya bir savaş yaşanıyor bu anlamda.
Müslümanlığın insanlığa sağladığı yaşama alanı ve özgürlük algısı insanlık için çok daha geniş ve anlamlıdır. Onlara belirlenen sınırlar onların sağlıklı yaşamaları için daha elverişlidir. Batı’nın en liberal ve serbest yaşayışlı ülkelerinde Müslümanların özgürlük alanları çok sınırlıdır. Hatta çok dar bir alana hapsediliyorlar.
Şu somut örnekleri verebiliriz. Danimarka’da Peygamberimiz ile ilgili aşağılayıcı karikatürlere izin verilirken ve onları yapanlar korunurken, Fransa’da bir mizah sanatçısının Yahudilerle ilgili parodi yapmasına, mizah yapmasına izin verilmiyor. Liberalizmin gerçek yüzü burada kendini gösteriyor. Demek ki liberalizm salt ekonomik alanlarla ilgili değil, gündelik yaşamda özellikle Müslümanlara belirlenen alan çok sınırlıdır.
MÜSLÜMAN KENDİSİ OLMAK ZORUNDA
Müslümanlar kendi kavramlarıyla hayata bakmadıkları sürece kendi olabilmeleri çok zordur. Batı’dan kendilerine giydirilen kavramlarla bir başka düzleme çekilmiş olduklarının farkında olmadan onların hayat tarzlarına teslim olabiliyorlar. Bu teslimiyet bir vazgeçiştir. Yani kendilerini terk ediştir. İdealizmini yitiriştir, ülküsünden vazgeçiştir. Müslümanlar bu sorunlarının üstesinden gelmedikleri sürece yenilgilerden kurtulamayacaklardır. Salt yenilgi değil bunu kabulleniş asıl sorun. Yani Müslümanların varlık bilinci cihad olgusu, direniş ve diriliş ruhunun sürekliliğinin sağlanması asıl önemli olan yanı. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız Müslümanların ‘fundemental’, yani kan içici veya can alıcı Müslüman olarak tanımlanması başlıca engel olarak görünmekte. Haçlı ruhunun kendine göre şekillendirdiği bir bakışla Müslüman olarak var olmak zaten onlar açısından bir kuşku gerekçesidir.
Batı kavramlarıyla kendileri için bir arayışta olmak bir arayış değil tam bir çıkmazdır.
Ali Haydar Haksal / Gençdoku 57. Sayı (Şubat2014 / Rebiülevvel 1435)