Etten kemikten oluşan bedenimiz yorulunca takatsiz kalır. Bedenimizi dinlendirmek için uyuruz. Uyku ilaç gibidir; yorgun bedenimize enerji katar. Uykudan kalkarken daha dinç kalkar, yeni bir güne başlarız. Her insan için geçerlidir bu uyku kuralı. Bedeni güçlü olan da uyur, zayıf olan da…
Bedenlerin yorulup uykuya muhtaç olduğu gibi zihinler de yorulur. Aynı çevrede akşamlayıp sabahlamak, bir zaman sonra göz önündekini bile göremez duruma getirebilir. Aynı insanları, aynı binaları, aynı yolları görmek usandırabilir. Bu da etten kemikten oluşan bedenimizin bize getirdiği sonuçlardandır.
Yorulunca uykunun dinlendirdiği gibi, usanınca geçici de olsa çevre değiştirmek gerekebilir. Bunun adı seyahat olur, tatil olur, gezi olur, sılayırahim olur… Bir umre de olabilir bu…
Allah’ın bize yorulan bedenler, usanan zihinler verdiği bir hakikattir. Başka bir hakikat de Rabbimizin bize hayal edemeyeceğimiz kadar büyük ve çok nimetler verdiğidir. Bu nimetleri arasında gezip görebileceğimiz bir dünya; bir yeri dağlarla, diğer yeri ovalarla kaplı bir dünyamız vardır. Şehirlerinde yaşayanın köylere, köylerinde yaşayanların da şehirlerine açılıp dinlenebileceği bir dünyada yaşıyoruz. Gezmek, görmek ve dinlenmek Rabbimizin bize lütfudur.
Mü’min insan, mahpus değildir. Doğduğu yerde yaşayıp ölmek zorunda değildir. Gezmeyi becerebilen gezebilir. İşinin hakkını veren tatil yapabilir. Tatil de haktır, gezmek de. Yorulunca uyumak, uyuyunca da uyanmak ne kadar doğalsa, şu kadar zaman çalışıp şu kadar zaman tatil yapmak da o kadar doğaldır. Dinimiz fıtrat dinidir, doğallığı bize yasaklamamıştır.
Bir de Allah’ın bu zamanda yaşayan kullarına lütfu olan ulaşım imkânları katıldığında, nimetler içinde nimetlerden söz ettiğimizi söyleyebiliriz. Allah hangi nimeti, dünya güzelliğini yarattı ise o nimet herkesten önce mü’min kullarının kullanımına verilmiş demektir. Allah’ın helalleri içinde kalan her nimet, mü’min insana haktır. Mü’min insanın o nimetleri kendisine haram etmesi kabul edilemez.
Uyuyup uyanmak doğallığı içinde, mü’min insan tatil yapmalıdır. Uykuya dalıp namaz kaçırmanın doğuracağı sıkıntı gibi tatile gömülüp harama batmak da sıkıntıdır elbette. Mü’min, mubahları harama dönüştürecek hatalardan kaçınacaktır. Evinde mü’min kimliği ile yaşarken, tatile çıktığında kimlik kartını evde unutur gibi mü’min kimliğini de evinde unutacak durumu olmaz onun. Gittiği yerde, onu gören ve gözeten Rabbinin murakabesini bilerek bulunur. Gidilemez yere zaten gitmez. Koyunların öndekinin peşine takılıp sürüklendiği gibi, herkesin yaptığı tatili yapabilir mi mü’min? Şüphesiz, seçici ve eleyicidir. Gidilebilir yerlere gider. Gidilebilecek zamanı belirler. Tatil de haktır ama sınırsız bir hak değildir. Namaz bile her yerde ve her zaman kılınamazken, mü’min her yere her zaman tatil için gidebilir mi?
O vakur kimliği ile taviz vermez anlayışı ile, haramlara karşı Rabbinin cehennemini her zaman gözünün önünde tutan, cennet umudunu hiç yitirmeyen idraki ile gezer mü’min genç. O, Mekke sokaklarında dolaşırken hangi mü’min kimliği ile dolaşıyorsa, tatil için gittiği bir köyde de o kimliği ile dolaşır. Mekke’de bir kimlik, köyde başka bir kimlik onun işi değildir. Zor kıt bilet alıp gidebildiği zamanlardaki imanı, cebi para dolu gittiği zamanına göre farklı olmaz. O, Rabbini her an kendisi ile bilir, o bilgisi de harama helale riayet etmesine sebep olur.
Toplumun içinde toplumdan biri olmak beklenmez mü’minden. Kar yığınlarının altından çıkan bir çiçek gibi tek başına da olsa imanından taviz vermeyeceği yerlerde bulunmak onun ahdidir. Tok kalmak, aç açık kalmak vardır onun ihtimaller listesinde ama imanından kopmak, Şeriat’ının kurallarından taviz vermek yoktur. ‘Bir seferliğine’ türünden sapık bir mazerete sığınmaz. ‘Arkadaş hatırı’ da yoktur bu süreçte. O, her zaman ve her yerde mü’min insandır. Arkadaşlarını peşinden çekendir, önderdir.
Nimetler çağında, nimet yoksunu olamaz mü’min genç. Arş’ın gölgesine talip olmak, bir çınarın gölgesinde çay içmeye, dostlarla muhabbete mani değildir. Derelere karşı oturup Allah’ın kudretini seyretmekte ne sakınca olacak? Derelere kapılıp gitmek, o esnada ezanı duymamak, göze haram olan şeyleri seyretmek, sılayırahimi ihmal etmek, anne babayı yok saymak, yenmeyeceği yemek yoktur bizim işimizde.
Helaller dairesinde gezer dururuz da karşımıza haram çıkarsa helali de terk ederiz. Kimliğimiz budur. Arş’ın gölgesine talip olmamız bunu gerektirir.
Dünyanın vadilerinde gezmek isteriz. Bunu Allah’ın nimeti olarak biliriz.
Şu veya bu nedenle de gezemezsek, gezeceğimiz yer, suyuna kanacağımız yer bellidir. Oradaki gezi arkadaşlarımız da bellidir. Oradakilere dünyalar feda olsun.
Nureddin Yıldız