ÜNSİYET VE MUHABBETİN DİLİ

 

ما اصْطفاكِ اللَّهُ فينا عَبثاً             لا ولا اخْتارَكِ للدِّينِ سُدى

لُغَةٌ قدْ أنْزلَ اللَّهُ بِها                   بيِّناتٍ مِنْ لَدُنْهُ وهُدى

هذهِ الفُصْحى الّتي نَشدو بِها         ونُحيِّي مَن بِشَجْواها شَدا

Allah seni bize abes olarak seçmedi                 Hayır hayır, seni din için boş yere tercih etmedi

Bir dil ki Allah onunla indirdi                              Kendi nezdinden apaçık ayetleri ve hidayeti

Bu fasih dil ki onunla şiirler okuruz                   Onun etkili ifadeleri ile kelimeleri diriltiriz [1]

 

Mukaddes Kitabımızın en büyük mucizelerinden biri, dil üslûbundaki i’cazıdır. Selef-i Sâlihîn, Kur’an-ı Kerim’i dünyanın her bir yerine taşıyarak İslamiyet’i dolayısıyla da onun dili olan Arapçayı yaydılar. Bu vesileyle Arap dili, Müslüman olan toplulukların ana dilini etkilemiş; İslam’a olan sevgilerinden dolayı dillerinde İslam kavramlarının büyük tesiri görülmüştür. Asırlar boyunca Arapça, dünyada birinci uygarlık dili olarak yaşamıştır.

Arap dili; lafızları, terkipleri, sarf, nahv, edebî güzelliği, imgeleri, kavramlarındaki derinlikleriyle en eski ve en köklü dillerin başında gelir. Geçmişte Arap Yarımadası’nda bulunan Himyeri, Babil, Arami, Habeş halklarının ana dili olarak sayılır; bu sebeple içerisinde de büyük bir coğrafyanın kültür ve medeniyetini barındırır. Rabbimizin seçtiği dil köklü tarihiyle birlikte İslamiyet’e hazırlanmış ve insanlığı Ümmetin ortak dili etrafında toplamıştır.

Arapça Bizim Neyimiz Olur?

Ömer radıyallahu anh: “Arapçayı öğrenin çünkü o, kişiliğinizi artırır.”[2]

Bildiğimiz gibi her dil kendi toplumu nezdinde çok kıymetli ve değerlidir. Ancak Arap dili bir milletin dili olmasından öte dinimiz İslam’a ve Rabbimizin indirdiği Kur’an-ı Kerim’e nispet edildiği için kıymetli; ırkı, rengi, dili, ülkesi farklı olan herkesi bir araya getirdiği için ünsiyet ve muhabbet dilidir. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar yaşayan herkesi ortak noktada buluşturan, aradaki yabancılığı kaldıran sevgi dilidir.

Bununla beraber oluşan Arapça sevgimiz bir dil öğrenme zevkinden öte; onunŞeriatımızın dili ve asla bir millete has kılınamayacak kadar değerli olmasından kaynaklanmaktadır. Geçmişte büyük bir edebiyata, zengin bir üslûba sahip olması; insanlığa ev sahipliği yapan köklü bir medeniyetin dili olmasının çok çok üstünde bir anlayıştır. Bu dilin kıymet kazanması, üzerinde yüzyıllardır çalışmalar yapılması, sistemleşmesi; Rabbimizin kitabında seçtiği dil olmasından dolayıdır. Ümmetin hizmetkârları âlimler, dilbilimciler bu dile hizmet etmeyi ibadet bilerek korumaya almışlar, nesilden nesle aktarmışlardır.

Son yıllarda ülkemizde de Arapçaya olan ilginin daha da artması, birçok alternatif eğitim metotlarının ortaya çıkması çok güzel gelişmelerden biridir. Kur’an’ın yasaklı yıllarında dahi bu dile gönül veren, emek harcayan hocalarımız, âlimlerimiz hep var olmuş; kıymetli eserler bu süreçte de dilimize kazandırılmıştır. Şimdi ise imkânlar kolaylaşmış, öğrenim yolları çeşitlenmiştir ki bu hamd edilecek bir durumdur. Bu fırsatı değerlendirip şartlar elverdiğince öğrenme yoluna girmek, güzel bir vesiledir ancak bizim Arapçayla olan münasebetimizin popüler bir dil olması, son yıllarda daha revaçta olmasıyla değil Efendimiz aleyhisselamın hadis-i şeriflerini orijinal hâliyle okuyup bunun lezzetine varmak, kitaplar arasında kaybolup Selef-i Sâlihîn’le buluşmak, Ümmetin ilmî kaynaklarını daha yakından tanımakla alakalı olduğunu unutmamak gerekir. Böylece dil öğrenme mesaimiz hem Allah’a yakınlaştıran ibadet olsun hem de Müslüman birey olarak kültürel ve kişisel gelişimimize ivme kazandırarak dünya görüşümüzü şekillendirsin isteriz.

Arap dili âlimi ve müfessir olan Sa’lebi rahmetullahi aleyhin tespiti çok yerinde, din ve dil arasındaki münasebeti güzelce ifade etmektedir: “Kim Allah’ı severse O’nun Resûlü’nü de sever. Kim Arap olan Nebi aleyhisselamı severse Arapları sever. Kim Arap’ı severse fazilet erbabı Arap ve Arap olmayan insanlara inen bu üstün Kitabın indirildiği dildeki Arapçayı sever.” [3]

Şunu sorabilirsin kendine: “Peki, Arapçayı öğrenmekle ben ne kazanırım ve bundan elde edeceğim sonuç ne olur?” Şöyle tamamen olmasa da sana birkaç maddede özetlemeye çalışayım:

1. Arap dili en büyük ilim kapılarından biridir, onunla ilgilenenin fazileti artar. Bu ilimde derinleşmesen bile ihlâsla Allah’ın rızasını gözeterek öğrenmeye çalışman, sana değer kazandıracak araçlardandır. Bakıldığında ve okunduğunda sevap kazandıran tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Bu niyetle anlamaya çalışmak kişiyi güzelleştirir. Ayrıca bir dili öğrenmek, aynı zamanda o dilin kültürüne de dalmaktır.

2. Öğrendikçe Allah'ın da kelamının dili olan bir harikuladeliğe vâkıf olmuş olursun. Doğru bir telaffuza sahip olur, seslerin mahreçlerini düzgün çıkartır ve kitabın Kur’an’ı daha güzel okursun.

3. Arap dilinin fesahatini ve mucizeliğini idrak eder, öğrendikçe bu dile yakınlaşmış olursun. Bu dille vakit geçirdikçe dibi görülmez bir okyanus olduğunu anlarsın. Neden bu dilin düşmanlarının çok olduğunu; ‘dilbilgisinin zor ve donuk bir dil(!) olduğunu bu yüzden ammiceye yönelinmesi gerektiğini!’ iddia edenlerin neyi amaçladığını daha yakından idrak edersin.

4. Selefi salihinin büyüklüğünü görmüş olursun. Kur’an diline yapmış oldukları hizmetleri, emekleri, bu dilin sırrına ve büyüklüğüne nasıl vâkıf olduklarını, Allah rızasını gözeterek büyük işler ortaya koyduklarını görür, ilmin ve âlimin kıymetini tekrar hatırlamış olursun.

5. Dünyanın farklı yerlerinde olan din kardeşlerinle birlikteliğini kuvvetlendirir, Ümmet birlikteliğini hissetmiş olursun.

6. Diğer ilimlerin de talebesi olursun. Dile hâkim olman, başka ilimlerle de ilgilenmene vesile olacaktır. Bu ilimlere hizmet etmene, belli bir alanda uzmanlaşmana da yardımcı olursun.

7. Şu’be rahmetullahi aleyh: “Arapçayı öğrenin çünkü o aklı kuvvetlendirir.”[4] diyor. Kendi kültürünle yakınlaşarak güzel bir çalışmaya yönelir, zihnî hareketliliğini sağlamış olursun.

Arapça herkesin en iyi şekilde anadili gibi bilmesi gereken bir dil değildir elbette. Ancak gücün yettiği kadar bir Arapçayla hemhâl olman yahut başlangıç düzeyinde bir seviyeyle sözlüğe baktığında kelimelerin isim ya da fiil mi olduğunu anlayabilecek kadar öğrenmen, seni ayet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yaklaştırır; sempatini artırır. Besmele, hamdele ve salvelenin anlamını bilecek kadar yahut zikirleri anlayabileceğin kadar Arapçayı bilmen, bu dili sevmene ve ilimle aranda ünsiyet kurmana vesile olur. Kim bilir, belki bu dilde ilerlemenin ilk adımını atmış olursun.

Kureyş Lehçesi

                “Bilmek isteyenler için ayetleri apaçık hâle getirilmiş, Arapça okunan bir kitaptır.”[5]

Bilinmesi gereken bir başka durum da asırlar boyunca düşünen insanlık, dilin nasıl ortaya çıktığını araştırmışlar; âlimler, dilciler bu meseleyle meşgul olmuşlardır. Gayret sarf edilmiş, bu hususla ilgili görüşler ortaya atılmış, tabii olarak tek bir görüş etrafında toplanılmamıştır. Kimisi bunun bir insan eliyle konulabilecek kurallar olmadığını, Allah’tan gelen bir vahiy olduğunu ve bir insanın çalışıp çabalamasıyla değil mucizevi bir mesele olduğunu söylemiştir. Kimisi insanların kendi aralarında koymuş olduğu kurallar olduğunu ve lafızlar üzerinde ittifak ederek dilin yapısını oluşturduklarını söylemiş; bir başkası da hayvan, ağaç, gök gürültüsü, yağmur vb. doğadaki sesleri taklit ederek dillerin son hâlini aldıklarını iddia etmişlerdir. Bu görüşlerin olması doğaldır ancak biliyoruz ki milletler ve onların konuştuğu diller, Allah’ın kullarına verdiği bir kolaylık ve çeşitliliktir.

Bunun yanında bir dilin kendi bünyesinde barındırdığı lehçeler; zaman ve mekâna, kültürel şartlara göre oluşarak ve zamanla değişime uğrayarak meydana gelmiş; ana dilin etrafında toplanmış telaffuz ve seslerdir. Tek bir dil, bir millette birçok bölgeye has olarak lehçelere ayrılabilir. Coğrafi etkenler, siyasi ve kültürel yapı; dilin yapısıyla ilgili ihtilaflar bunların bazı sebeplerindendir.

Aynı şekilde İslamiyet’ten önce de Arapların yaşadığı dönemde Arapçanın farklı lehçeleri bu gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkmış ve çeşitlilik göstermiştir. Bunlardan biri olan Kureyş lehçesi; o dönemde ticaret dilinde yaygın olan, halk arasında revaç gören, şairlerin şiirlerinde etkisinin görüldüğü en bilinen lehçeydi. Kureyşliler gerek yaşadıkları sosyal konum, gerekse Kâbe’nin de hizmetkârlığını yapmaları dolayısıyla Arap toplumu arasında özel bir saygınlığa sahipti. Daha merkez noktada duran ve entelektüel kimliğe sahip olan bu topluluk; dilde kelimelerin en fasih, en düzgün olanını kullanıyordu. Bu etkiden dolayı Araplar arasında Kureyş lehçesi Arap dilinin en fasih lehçesi olmuş; şiirlerini, hitabetlerini buna göre düzenlemişlerdi. İslamiyet’in gelişi, Kur’an-ı Kerim’in Kureyş lehçesinde nazil olmasıyla birlikte kullanılan dil, en yaygın hâliyle son şeklini almıştı.

"Arap diliyle uğraşan âlimlerimiz, şiir ravilerimiz ve Arapların tarihini, kondukları ve göçtükleri yerleri bilen âlimlerimiz Kureyş dilinin en fasih ve en saf dil olduğunda ittifak etmişlerdir. Bütün Araplar arasından Allah onları seçmiş, Peygamberi aleyhisselamı onların arasından göndermiş ve onları Haram'ın sakinleri, komşuları ve sahipleri kılmıştır. Mekke'ye hac için gelenler işlerinde Kureyş'e başvurmuş, Kureyşliler onlara gerekenleri öğretmiş ve aralarında hüküm vermiştir. Araplar da Kureyş'in üstünlüğünü kabul etmiş ve onları 'ehlullah' diye isimlendirmişlerdir. Çünkü onlar soy karışmaksızın İsmail aleyhisselamın çocuklarıdır.[6]

Dili Fasih Kullanmanın Önemi

Hiçbir dil donuk ve durağan değildir. O dili konuşan insanlar var oldukça da değişime uğraması kaçınılmaz olacaktır elbette. Dil; aynı zamanda bir toplumun kimliği, kendilerini yansıtan aynadır. Değişim her toplumda görülür ancak bir toplumun kendi kimliğini korumasının alametlerinden biri; dilini koruması, kavramlarına sahip çıkmasıyladır.

“İnsanlar hiçbir ilme dillerini düzeltmekten daha fazla muhtaç değillerdir. Çünkü onlar dilleri sayesinde birbirleriyle konuşuyorlar, hikmetli sözleri aralarında paylaşıyorlar, gizli ilimleri saklı oldukları yerlerden çıkarıyorlar ve dağınık hâlde bulunan bilgileri bir araya getiriyorlar. Şüphesiz ki söz; davalıların arasını bulan bir kadı, karanlığı aydınlatan bir ışıktır. İnsanların söz ile ilgili ilim dallarına olan ihtiyacı, gıda çeşitlerine olan ihtiyaçları gibidir.”[7]

İnsanlığa verilen en büyük iletişim şekli konuşma ve yazmadır. Allah’ın kullarına beyan nimeti olarak verdiği bu özellik, herkesin yaşadığı toplumda kendine has bir lisanla kullanılmaktadır. İnsan, konuşarak duygu ve düşüncelerini, fikirlerini, sıkıntılarını, ihtiyaçlarını dile getirir. Günlük hayatta en çok ihtiyaç duyduğumuz, mesajımızı ulaştırmak istediğimiz lisan aracı ne kadar düzgün ve güzel kullanılırsa mesajın amacı o kadar faydalı olacak ve yerine güzel ulaşacaktır.

Her dilde olduğu gibi yaşanılan zamanın şartlarına göre bir dilden başka dile sözcükler geçmiş; kültürel, siyasi, ekonomik, sömürü gibi etkilerden dolayı dilde değişimler meydana gelmiştir. Bu durum Arap dilinde de meydana gelmiş, son yüzyılda yerel dil kullanımı yani ammiceye teşvik hareketi başlatılarak Arap toplumları arasında yeni bir sürece geçilmiştir. 19. asrın sonlarında Mısır’da başlatılan bu hareket; yenilikçilerin dilde ve edebiyatta açılım, yerel kullanıma teşvik mücadeleleriyle ivme kazanmıştır.

Arapça üzerinde yapılan bu propagandalarla Arapçanın dil yapısının, kelime sonlarındaki değişimin -buna i’rab denir- çok zor olduğunu; bu yüzden bu ağırlıktan ve zorlamadan kurtulmak gerektiğini(!) söylemişlerdir. O dönemlerde batının etkisi altında kalan Arap aydınlar bile Arapça dilbilgisine karşı resmen savaş açmış ve dilde bu kadar zorlamaya gidilmemesi gerektiğini savunmuşlardır. Hatta daha da ileriye gidip i’rab[8] diye bir kuralın olmadığını, dilcilerin bunu ortaya attığını, insanın doğasına ters olduğunu[9] iddia etmişlerdir. Ancak nahiv(dil) âlimleri bu kuralları on dört asır önce inen Kur’an-ı Kerim’den yola çıkarak sistemleştirmişlerdir.

“Bu propagandalarla iki şeyi hedeflemişlerdir:

Birincisi; Müslümanları özellikle Arap topluluklarını birbirinden koparmak,

İkincisi ise Müslümanları geçmişi ve kültürleriyle aralarındaki bağı koparmaktı.”[10]

Gazete, dergi, televizyon, radyo vb. basın organları aracılığıyla fasih Arapça o dönemde eğlenceye alınmış; pratik konuşma dili yani ammice konuşulması için teşvikler yapılmıştır ve bu hususta büyük oranda etkili olunmuştur. Dünyanın gözü hep bu dil üzerinde ve düşmanı çok bir dil olmuştur. Ancak her ne kadar bu hususta propagandalar yapılmış, dilde hasar meydana getirilmişse de Kur’an dili olması hasebiyle Allah’ın dilemesiyle kalem, kâğıdın da cihat alanı olduğunu bilen bunun için çalışan samimi kulları eliyle bu dil orijinalliğini ve değişmezliğini hep korumuştur.

Bir dile ve o dildeki kavramlara sahip çıkılması gerekliliğinin ne kadar önemli olduğunu şimdi anlamışızdır. Yapmamız gereken kendi dilimizi en doğru ve en güzel şekilde öğrenip kalem ve kâğıtla yapılacak işleri cihat alanı görmektir. Şayet Arap dilini öğrenmek istersek onu da yine en doğru ve en orijinal şekliyle öğrenip ilim dilini korumak, sahih kaynaklara ulaşarak ilmin lezzetini yakalamak güzel hedeflerden olacaktır.

 

[1] Hamd bin Halife Ebu Şihab, https://dinogretimi.meb.gov.tr/Yarisma_Arapca.aspx Erişim Tarihi: 15.5.2021.

[2] Fıkhu’l- Luğa, Muhammed b. İbrahim el-Hamd, 2007, s. 5.

[3] A.g.e., s. 6.

[4] A.g.e., s. 5.

[5] Fussilet Suresi, 3. ayet-i kerime

[7] http://byvm.kapadokya.edu.tr/1.-DILBILGISI Erişim Tarihi: 15.5.2021.

[8] Kelime ve fiillerin sonundaki harf veya hareke değişimi.

[9] Fıkhu’l-Luğa s.74

[10] Fıkhu’l-Luğa, s.76

0 Yorum

Bu içerik ile ilişkili bir yorum bulunmamaktadır.
Yorum Yap